Çocukluğun Bireyin Gelişimine Etkisi: Yaşam Bilgisi

Alfred Adler und der Minderwertigkeitskomplex

Bazı çevirilerde ”Yaşama Sanatı” olarak geçen, orijinal adı ”Lebenskenntnis” olan bu kitap bireysel psikoloji ekolünün kurucusu olan Yahudi kökenli Avusturyalı Psikiyatrist Alfred Adler tarafından yazılmış ve 1929 yılında ilk baskısı yapılmıştır. incelemiş olduğum kitap ise İlya Yayınevi tarafından basılmış Lütfi Yarbaş tarafından çevrilmiştir.

Yaşam Bilgisi, herkes tarafından rahatça okunabilir ağdalı bir dile sahip olmayan, bilimsel ve akıcı bir kitaptır. 

Çocukluk döneminden ergenliğe yaşanan  aşama aşama karakter gelişimini ve bunun  geleceğe etkilerini hastaları üzerinden örnekler vererek anlatmıştır. Kişinin psikolojik tavırlarını, çocukluğundaki yaşantısına ve ailenin çocuğa olan tutum ve davranışına bağlamıştır. Adler’e göre bireyin ilerideki psikolojik  problemleri, korkuları, eksiklikleri ve bir çok benzer durum ebeveynin yetiştirme tarzı ile ilgilidir. Bu durum kitabın eksik kısmını oluşturmaktadır. Bu eserde, sosyal çevre, kültürel çevre gibi aile dışı faktörler  çocuğun gelişiminden ayrı tutulmuş ve çocuğu yetiştirme sorumluluğu büyük oranda aileye yüklenmiştir. 

Adler, kişinin kendisini eleştirmesini, kusurlarını rahatça söylemesini üstünlük kompleksi; çekimserlik, güvensizlik, sürekli teşekkür etmek gibi davranışları ise aşağılık kompleksi olarak tanımlamıştır.  Kompleks olarak tanımlanan bu durumlar çoğu insanın gündelik hayatta karşılaşacağı problemlerdir ve Adler bu durumları her insanın yaşayabileceğini sürekli vurgulamıştır.  Sadece abartılı, hastalık seviyesinde olanların problem yaratacağını ve kompleks olarak tanımlanabileceğini belirtmiştir. Adler, her şeyin kompleks olmadığını belirtse bile; bu kitapta insanın her tavrı, davranış ve tercihleri sadece üstünlük ve aşağılık kompleksi arasında paylaştırılmış  gibidir. Bu kitabı okuduğunuzda aşağılık ve üstünlük duygusu dışında bir duygunun var olmadığını hissedeceksiniz. 

Ana tema 

Adler, bir bireyin yaşamı boyunca kişisel gelişimini aile, okul ve toplum ile ilişkili olarak aşağılık ve üstünlük duygusu (kompleksi) üzerinden anlatmıştır. Bireyin problemli olup olmamasını, bireyin toplumla kurduğu toplumsallaşma ilişkisi ile ilişkilendirmiştir. Toplumsallaş(a)mayan insanları sorunlu insanlar olarak tanımlamıştır.  Adler, çocukluktan başlayan davranışların ilerideki yaşantıyı (sevgi, evlilik, cinsel kararlar) nasıl ve ne derecede etkilediğini açıklamış ve analiz etmiştir. Bu kitapta bireysel psikoloji, aşağılık ve üstünlük kompleksi, ilk çocukluk anıları, çocuk yetiştirme, sosyalleşme eksikliği gibi birçok konuya değinmiştir. Bu bölümler üzerinden bir bireyin karakterinin, çocukluğundan itibaren şekillenmesini ve bunların  aşağılık veya üstünlük kompleksine bağlılığını anlatmış ve argümanlarını çeşitli klinik vakalarla desteklemiştir. Bu iki zıt duygunun (aşağılık veya üstünlük kompleksi) çatışması ve iç içe olmasını analiz etmiş ve bu duyguların oluşumunu toplumsal olmaya, sosyalleşme kavramına ve vücuttaki eksik organlara bağlamıştır. 

Ayrıntılı olarak incelediğimizde kitap 12 bölümden oluşmaktadır. 

1)Bireysel Psikoloji

Eserinde, çocuk doğum sıralamasının ailenin hiyerarşik düzleminde yarattığı önem üstünde durmuştur. Örneğin ilk doğan çocuk ve sonra doğan çocuk arasında gerçekleşen çatışma, bireyin aşağılık-üstünlük duygusuna (ve eğer şiddeti azalmazsa, aşağılık veya üstünlük kompleksine) girmesinde bir kolaylaştırıcı etken bir rolü olduğunu vurgulamıştır. İlk çocuk ailenin merkezi iken, ikinci çocuk dünyaya geldiğinde birincisi tahtından indirilmiş ve böylece birinci çocuk tüm gücünü kaybetmiştir (Adler, 2011, s. 20-21). Bu açıklama da anne babanın herhangi bir davranışı  kasıtlı olarak yapıp yapmamasına hiç değinmemiş sadece bireyi (çocuğu) esas alarak, olayları onun gözünden yorumlamıştır.

Bir çok konuya yer veren Adler cinsiyet temelli problemlere de yer vermiştir. Aile içinde, kız ve erkek çocukların cinsiyetinden dolayı farklı muamele görmesi, kızların ömür boyu çekingen ve temkinli olmasına sebep olacağını belirtmiştir (Adler, 2011, s. 20-21). Kadınlar kendini değersiz hisseder, İncil’de bile kadınlar tüm kötülüklerin sebebi olduğu anlatılır. Halkta buna inanmayı seçer (Adler, 2011, s. 149). Adler, bu konulardan bahsederken çok radikal ve başkaldırır şekilde eleştirilerde bulunmamıştır. Fakat bu ayrımcı durumu engellemek için ailenin, erkeğin daha ayrıcalıklı olduğuna dair bir yetiştirme davranışına girmemeleri durumunda, böyle bir problemin ortaya çıkmayacağını da ifade etmiştir. 

2) Kısıtlamaları Aşmak

Kusurlar -bedensel veya zihinsel- hayat deneyimimizi kısıtlayan şeylerdir. Bu eserde, bir çok insanın erken çocuklukta (3-6 yaş aralığı) başından geçen acı deneyimlerden birisi olan, ”sol elden, sağ ele geçiş süreci” olası etkileri ile ifade edilmiştir.  Solak çocuğu sağ eli kullanmak için azarlamak,  çocuğun güven kaybına neden olmaktadır. Çocuğun sol elini kullanması yasaklanmıştır, çünkü sürekli uyarılır. Aynı zamanda sağ elini kullanmaya alışkın değildir. Çocuk gerilir, hırs doludur ve sınırlarını aşmak istemektedir. Bunu yapamamak çocuğu aşağılık kompleksine sürükleyecektir (Adler, 2011, s. 29). Çok küçük yaşlarda bedenine hakimiyeti gelişmemiş olan bireylerin, temel fonksiyonlarını baskı yoluyla yerine getirememesi (en basitinden içinden gelerek sol eliyle yemek yiyememesi, yazamaması vb.), doğal olarak bireylerin hayatları boyunca onları bir gölge gibi takip edecek, bir erken travma yaşamasına sebep olacaktır.

3) Aşağılık ve Üstünlük Kompleksi

Adler, bu bölümde çalışmalarında bir temel, opus magnum’u olarak kabul edilebilecek ”aşağılık ve üstünlük kompleksi”ni anlatmış, çeşitli klinik vakalarla da, bu anlatıyı desteklemiştir.

Yazara göre depresif ve ruhen rahatsız olan insanlar sürekli sahip oldukları ezikliklerinden, kusurlarından, yetersizliklerinden bahsetmektedirler. Bunu aşağılık duygusuna sahip bireyler yapmaktadır. Aşağılık duyguları sayesinde ailede üstün bir rolü çoktan kapmışlardır. Onlar, hem ailenin odağı olmuş hem de aileye eziyet çektiren birey olmuşlardır. Dışlandıklarını, sevilmediklerini iddia etseler bile; bu bireyler aileyi yöneten bir üstün konumundadırlar. Basitçe, kusurları ile egemenlik kurarlar. Sağlıklı insanlara hükmederler.  Bu bireyler aynı zamanda kavgacı olabilirler. Kavgacı insanlarda hep aşağılık duygusu vardır. Aile çocuklarından biri diğerlerinden daha çok tercih edilmişse diğer hepsinde aşağılık kompleksi vardır. Tercih edilmeyenler genellikle bu tarz durumlarda kavgacı olmayı ve ilgiyi kendilerine çekmeyi denemektedirler (Adler, 2011, s. 39-41). Yazara göre er yada geç aşağılık duygusuna çocuklardan biri sahiptir. Aile sadece bir çocuğu tercih etmediğini iddia etse bile, aslında sen abisin ablasın bak kardeşin oynasın, kardeşin yesin yada kucağıma kardeşini alalım uyusun tarzı davranışlar, birinci çocuk için tercih edilmediği duygusunu yaşatan durumlardır. Çocukların bu duyguya kapılmalarını engellemek, neredeyse mümkün değildir.

4) Yaşam Stili

Classical Adlerian Psychology - Alfred Adler Institute of Northwestern  Washington

5) İlk Çocukluk Anıları

Adler’in bir hastasının, bir terapi sırasında  çocukluğuna indiklerinde anlattığı dramatik bir hikaye vardır:

Bir anne iki çocuğu ile pazara gitmiştir (bir abla ve bir küçük erkek  kardeşle). Daha sonra yağmur yağmaya başlamıştır. Anne birinci çocuğu kucağına alır, sonra yaptığını yanlış olarak değerlendirir, ilk çocuğu bırakıp ikinci çocuğu kucağına alır. Büyük çocuk açısından, kardeşi kendisine tercih edilmiştir (Adler, 2011, s. 69). Büyük çocuk bu durumu, hayatı boyunca kardeşinin kendisinden üstün olduğu ve ne yaparsa yapsın kardeşinin kendisi yerine tercih edildiğini düşünmüştür (Adler cinsiyet farklılığına dikkat çekmeksizin değerlendirmede bulunmuştur. Annenin neden önce büyük çocuğu alıp sonra diğerini aldığını açıklamamıştır. Klinik bir vaka örneği olduğu için sadece olayı anlatanın gördüğü biçimde aktarmıştır).

6) Beden Hareketi ve Tutumlar

Yazarın değerlendirdiği diğer bir durum ise imrenme, özenme durumudur. İmrenme duygusu yazara göre aşağılık duygusu olan insanlarda vardır. Çünkü kendisini beğenmeyen, kendisini aşağıda gören insan, sürekli başkasına imrenir. Sürekli başka insanları özenilecek insan olarak görür. Kendisi daima yetersizdir. Adler erkeklerin kadınlara ya da kadınların erkeklere özenmesini bu duruma (imrenme) örnek olarak  vermiştir. Adler’e göre, erkeklerin kadın olmak istemesi yada kadınların erkek olmak istemeleri (transseksüellik) de toplumdaki konumlarıyla ilgilidir. Adler’e göre kadın, erkeklerin daha üstün olmasını kıskanır, o yüzden erkek gibi davranır ve kendilerini sürekli olarak erkeklerden aşağıda ve beceriksiz hissederler. Erkek olmak kadınlar için daha cazip hale gelir. Erkeklerin de kendilerini değersiz ve boş hissettikleri durumlarda mevcuttur. Güçlü kadınlar tarafından yetiştirilen, kadınların kusursuz özelliklerini gören erkekler, kendi cinsiyetindeki insanları beğenmezler. Kadınlara özenir ve onlar gibi güçlü olmaya çalışırlar, pudra sürer veya kadınsı davranırlar. Bu iki durumda da imrenme söz konusudur ve yazara göre bu bir aşağılık kompleksinin sonucudur (Adler, 2011, s. 85-86). Bu konuda yazar eşcinselliği sorun olarak vurgulamıştır. Kitabın okurları tarafından en çok eleştiri alan kısmı burası olmuştur. 

7) Rüyalar ve Yorumları

Adler’e göre ‘’Rüya yaşam akışının ifadesidir’’, kahince yorumlanan, arkasında başka anlamların veya dünyaların olduğu bir şey değildir. Rüya görmek, gerçek hayattan tamamen kopmak değildir. Adler ”Uyku ölümün kardeşidir” düşüncesini desteklememektedir. Adler’e göre uyku uyanıklığın zıttı olan bir süreç de değildir. Uykuda yaşamdan, hayattan bir kopuş yoktur. Uykuda daha da uyanıklık mevcuttur, düşünce ve dış dünyayı duyma söz konusudur. Dış dünyayı duyma konusuna anneler üzerinden örnek vermiştir. Bir anne uyurken (rüya görürken) bebeğinin ağlamasını, ufak bir mırıldanmasını bile duyar. Fakat anne öyle yorgundur ki gündüz sokaktan geçen arabanın korna sesine asla uyanmaz. Bu uyku anında bir bilinç göstergesidir.

Rüyalar mevcut olan, şimdi burada gerçekleşmekte olan, hayatın devamıdır, gerçekten büsbütün kopmak değildir.  Uyku anı beynin çalışıp vücudun dinlendiği andır. Adler’e göre biz uyurken kendimize itiraf edemediğimiz ya da karar veremediğimiz düşünceleri rüyamızda görürüz (Adler, 2011, s. 90-95). Burada yazar güzel bir konuya değinmiş olsa bile anlamsız, asla hayal bile edemeyeceğimiz absürt rüyaların, itiraf edemediğimiz bir gerçekle bağlantısını kurmak oldukça zordur.

Adler’e göre bazı insanlar hiç rüya görmezler, çünkü  kendilerini rüyalarla kandırmazlar. Yani bir karar almak için ”rüyamda gördüm ve karar verdim” şeklinde söylemde bulunmalarına gerek yoktur. Bu kişiler problemlerini kendileri çözebilen kişiler oldukları için rüya görmezler ve görseler bile hatırlamaz unuturlar. Rüyayı unutan kişilerin kendini yoracak derecede karar veremediği, güvensiz hissettiği duyguları yoktur (Adler, 2011, s. 98). Bu düşünceyi desteklemek daha kolaydır. Kendine güveni olmayan, desteksiz iş yapamayan insanlar normal hayatta da en çok problem yaşayan insanlardır. İnsanları gözlemlediğimizde bunu anlamak çok basittir. Bazı insanlar bazı kararlar aldıklarında  fikirlerine destekçi olarak rüyalarını gösterirler.  

8) Çocuk Yetiştirme ve Sorunlu Çocuklar

Okulların toplumsal ideallerle olan ilişkisi elbette, okulların hükümet ile olan ilişkisine dayanır. Hükümet, aile ve ebeveynlere doğrudan ulaşamaz, çıkarlarını geçerli kılmak için okullardan yararlanır. Okullar farklı idealleri içerisinde barındıran bir yapıdır. Avrupa’da okullar 20.yy’ye kadar aristokrat ve zengin aileler için varken, bir dönem sonra kiliselerin eline geçmiş ve din okulları haline gelmişlerdir. Sonrasında ise, daha fazla bilgiye ihtiyaç duyulması ile kamuya, din adamlarının eğitimi yetersiz gelmiş ve onun yerine başka, profesyonel insanlar da eğitmen olmaya başlamıştır. Bu süreç sonunda kamusal okullar kurulmaya, milli müfredatlar yazılmaya başlanmıştır. Bu tarihsel akış içinde -her ne kadar günümüz şartları altında okuduğumuzda oldukça ilkel hale gelse de- Adler, eğitim hakkında bazı tespitlerde bulunmuştur. Doğru metotlar ile her çocuk -zeka geriliği olmadığı takdirde – okumayı yazmayı şarkı söylemeyi ve matematiği öğrenebilir (Adler, 2011, s. 102-103).

Adler’e göre, okullar ailelerden daha çok çocuklara müdahale ederler. Çocuğu sosyal yaşama, topluma okul daha iyi hazırlar. Çünkü okul bireye müdahale ederken aile etmez ya da çocuğu şımartır. Okullar devletin taleplerine daha yakındır ve çocukların eleştirisine, karşı koymasına çok fazla maruz kalmazlar. Adler’e göre, aile içinde yetişen çocuk, anne baba arasındaki bağdan dolayı topluma uygun şekilde yetiştiril(e)mez ve aile, çocuğu kendi istek ve arzularına göre yetiştirir, çocuk bu yetişme tarzı sebebiyle topluma uyum sağlamakta zorluk çeker (Adler, 2011, s. 104).

Adler bu bölümde ”sorunlu çocuk” olarak ifade ettiği çocukların neden sorunlu olduğunu açıklamaya çalışmıştır. Adler’e göre, sorunlu çocukların en önemli ortak paydalarından biri, çocukların topluma kapalı, sinirli, gergin çocuklar olmalarıdır. Sorunlu çocuklar sürekli güç ister, toplum için değil kendi çıkarları için yaşarlar, saldırgan ve kavgacıdırlar ve toplumsal bir zorlukla karşılaştıklarında bu sorunlar karşısında korkaktırlar…

Bir başka sorunlu çocuk kategorisi olarak ”şımartılmış çocuklar” dan da bahsetmiştir. Adler’e göre, şımartılmış çocuklara aşırı tedbirlilik ve kararsızlık hakimdir. Şımartılmış çocuklar, yaşamsal sorunları erteler ve çözmezler, kafaları dağınıktır ve başladıkları işleri bitiremezler. Hem şımarık hem de fiziksel sorunlu çocuk (sol elini kullanması yasaklanan, kulağı iyi duymayan, gözü iyi görmeyen çocuk) sorunlardan korkar ve sorunu çözecek gücü kendinde bulamaz, çünkü aşağılık kompleksine girmiştir (Adler, 2011, s. 106-108). Burada da aynı şekilde tek taraflı olayı yorumlamıştır. Şımarık çocuk kimdir, neden şımarıktır veya bir çocuk nasıl şımartılır? bu tarz konulara değinmeden yüzeysel anlatımlara başvurmuştur.

Adler’in eserinde ayrıca bu kategori dışında ”sevilmeyen çocuklar” bulunmaktadır. Adler’e göre bu çocuklar çirkin çocuklardır ve bunlardan nefret edilir.  Sevilmeyen çocuklar kategorisi dışında bir zıt grup olarak ”dahi çocuklar” vardır ve bu çocuklar olağanüstü zekaya sahiptirler. Bunlar hassas, hırslı ve diğer çocuklar tarafından sevilmez, hayranlık duyulsa bile dışlanırlar (Adler, 2011, s. 108-109).

Adler’e göre ilk doğan çocuklar muhafazakardır ve gücün kendinde kalmasını isterler, ikinci çocuklar ise bilime aç, yenilikçi, meraklıdır ve devrimcidir. Son çocuk ilk çocuğa benzer özellikler taşır, gücün kendinde kalmasını ister ve o hiçbir zaman tahtından indirilmez ve en iyi pozisyondaki çocuk her zaman odur. Aileden farklılaşmaya çalışırlar. Son derece enerjiktir ve bir şeyleri aşma çabaları bulunur. Aile tüccar ise o şair veya başka şey olmayı seçebilir.  Son çocuk için farklı olmak önemlidir. Farklı alanda yarışmak aynı alanda yarışma işinden daha kolaydır (Adler, 2011, s. 113-115).

Adler’in bu çalışmasında, erkeksi görünen kızlar, kadınsı görünen oğlanların yaşadığı bu durumu ”aşağılık duygusu” olarak ifade etmiştir. Adler’e göre, ebeveynler kız ve erkeği daha az rekabete girecek şekilde yetiştirip, yönlendirirse bu engellenebilir (Adler, 2011, s. 116-117). Yani imrenme ve özenti başlığında anlattığı gibi Adler, bu sorunun temelini de ebeveynler olarak görmüştür. 1929 yılında bunun söylenmesi  tepki almayabilir ve eleştirilmeyebilir fakat günümüz için bu düşünceyi desteklemek oldukça zordur.

9) Hatalı Yaşam Stili: İlgi Odağı Çocuklar

Bu kitabı okuyan bir ebeveynin tek düşüneceği şey asla çocuk yapmamak olurdu. Çünkü dünyaya getirdiği küçük insanı severse şımartır, sevmezse bunalıma sokabilir.  Bu iki duygunun ortasını bulmak  (Adler’in değerlendirmelerinden yola çıkarsak) çok zordur ve eğitim isteyen bir şeydir.

Adler kitabın büyük çoğunluğunda değerlendirmelerini birinci çocuk ve ikinci çocuk üzerinden yapmıştır. Odak noktası olmak isteyen çocuk (ilk çocuk) hareket halindedir, hareketlidir. Anne babasının ilgisini çekmek ve herkesten üstün olmak ister, anne ve babasını oyalar çünkü bu bir ilgi isteme şeklidir. Çünkü ikinci çocuk onu bulunduğu konumdan indirmiş ve ailenin gözdesi olmuştur. İkinci çocuğu bu konumdan uzaklaştırmanın tek yolu ebeveyni sersem hale getirmek, yormak ve ikinci çocuğu sevmemeleri için vakit bırakmamaktır (Adler, 2011, s. 120-121).

10) Suç İşlemeye Yatkınlık ve Sosyalleşme Duygusu Eksikliği 

Adler’e göre bazı insanlar aşağılık kompleksine sahip olduğunun bilincindedir ve bununla övünürler. Sosyallikten uzaktırlar (sosyalleşme duyguları eksiktir) ve kendilerini toplum bireylerinden üstün görürler. Bunu kolayca itiraf etmek onların gözünde dürüstlüktür. Adler’e göre bu insanlar terbiyesiz, utanmaz ve ukaladırlar (Adler, 2011, s. 132-134). Bu bölümü okurken bir anda bireyleri ukala ve utanmaz ilan etmesi şaşırtıcıdır. Çıkarımda bulunmak gerekirse Adler’e göre kendisini kusurları ile kabul eden insan da kendini sevmeyen küçük gören insan da aşağılık kompleksine sahiptir. Aslında normal insan yoktur. Her insan bir yerden bir parça komplekslere sahiptir.

Adler’in, suçlu insanlar olarak ifade ettiği bir grup insan söz konusudur. Suçlu insanlar kötü işlere girer, bağımlı olur ve daha birçok kötü davranışı kendisine düstur edinir. En ilginç açıklaması suçlu insanların sürekli özür dilediğini öne sürmesi (Adler, 2011, s. 134) durumu olmuştur.  Akıllara bu insanlar nazik insan olamaz mı? sorusunu getirmektedir. Açıkçası, bu ifadeyi oldukça sorunlu bulduğumu ifade etmek isterim. Adler’in sorunlu insanlar kategorilerine girmeniz, herhangi bir davranışınızla oldukça basit görünüyor.

11) Sevgi ve Evlilik

Adler’ e göre sevgi ve evlilik; sempati, saygı ve kendini diğer insanın yerine koymaya  bağlıdır. ”Tek eşlilik yücedir” şeklindeki ifadesiyle Adler insanın doğası gereği çok eşli olacağını savunanları eleştirmiş (Adler, 2011, s. 151), bireylerin eşit olması gerektiğini dile getirmiştir. Eşitlik (eşit haklar) ile evlilik sorunları  kolayca çözülecektir (Adler, 2011, s. 141). Yazarın bu düşüncelerini desteklemek gerekir çünkü empati, saygı, eşitlik gibi unsurlar sağlandığında problem yaratacak bir çok durum kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Bu bölümde de yazar bireylerin toplumsallaşmasına değinmiştir. Sosyal yaşama hazır olmayan insan evliliğe de hazır değildir. Adler’e göre toplumsallaşmayan insan evlilikte sorun yaşar, karşısındaki insanla problemlerini nasıl çözeceğini bilemez (Adler, 2011, s. 141-142). Adler’e göre, sosyal açıdan uyumlu kişiler evlilik sorunlarını aşabilir (Adler, 2011, s. 151). Adler’e göre toplumsallaşan insan evliliğe de hazırdır fakat bu düşünceye karşı çıkmak mümkündür. Çünkü sosyal çevresi olan ve bu açıdan sorun yaşamayan insanların evlilikte sorunlar yaşadığına dair bolca örnekler vardır. Toplumsallaşmayan (bilerek ve isteyerek) insanlar bazen birbirlerine daha sadık, saygılı olabilirler. Sosyallik her zaman her kapıyı açan  bir anahtar değildir. 

Yazar bu bölümde de şımartılmış çocukların gelecekteki tutumlarından bahsetmiştir. Şımartılmış çocuklar evlendiklerinde şımarıklıkları devam eder. Şımarık çiftler  birbirlerine ilgi ve alaka göstermez, ikisi de şımartılmak isteyen taraf olur. Şımarık olmak bunu gerektirir. Evlenince bile karşı taraftan ilgi beklemeye, evin şımarığı olmak istemeye devam eder (tıpkı çocukluğundaki gibi). Bu durumda, çiftlerden biri harekete geçip ilgi gösteren taraf olmazsa, büyük sorunlar yaşanacaktır. Çiftler birbirlerinden beklentilerini kesecek ve umutsuzluğa düşeceklerdir. Bir şekilde eşlerden birisi hırsa kapılacak  ve aldatma yoluna gidecektir yada karşı tarafa zorluk çıkarıp hayatını zorlaştırmaya başlayacaktır (Adler, 2011, s. 145).

12) Cinsellik ve Cinsel sorunlar

Şımartılmış  çocuk bu başlık altında da ele alınmıştır. Şımartılmış çocuk cinsel açıdan iyi gelişmez. Anormal bir cinsel davranışa sahiptir ve bunun sebebi  aşağılık kompleksine sahip olmasıdır (Adler, 2011, s.156).

Adler eşcinsellik üzerine bir başka fikrini şu şekilde ifade etmektedir: Erkek çocuklar kadınları kendilerinden daha güçlü  bir konumda gördüklerinde ve kendilerini ailedeki kadın bireylerden daha az çekici ve başarısız bulduklarında, kadınları etkileyemeyeceğini düşünüp, onları taklit etmeye başlar ve kadınlara özenirler (Adler, 2011, s.157).

Alfred Adler’in toplumda yaşanan artan seks fenomenini, toplumun kendisinin yaşadığı sıkışmışlığa, devrimlere ve savaş gibi olağanüstü durumlara verdiği tepki olarak ilişkilendirmiştir. Örneğin 1905 Rus Devrimi sonrasında Rus İmparatorluğu’nda yaşanan ve saninizm* olarak ifade edilen erotik nihilizm cinselliğin sınırlarını zorlayan bir dönem olmuştur (Adler, 2011, s.159).

Sonuç

Adler’in bu eserindeki savunduğu temel fikirlerini özetlemek gerekirse :

İnsanın karakterinin şekillenmesi, doğduğu andan itibaren başlar. Ailedeki konumu ve ebeveynlerin tavır ve davranışlarına göre çocuğun gelecekteki karakteri ortaya çıkar.

Ailenin şımarık çocuk yetiştirmesine bağlı olarak, çocukta aşağılık veya üstünlük duygusu ortaya çıkar ve bu çocuklar  gelecekte çeşitli sorunlara sahip bireyler haline gelir. Bu duygular temel olarak her insanda olabilen, ”normal” duygulardır. Bu duyguların aşırısı  kişilerin karakterinin şekillenmesine zarar verir. Bu psikolojik durumların aşırısı ise nevrozda vücut bulur. Bu tür problemleri yaşayan çocuklar genellikle  şımarıktır veya sorunludur veya kusurludur. Bunu engellemenin en iyi yolu ise, çocukluktan itibaren çocukların yetiştirilmesinde aşırı dikkatli olmaktır. 

Birinci çocuk-ikinci çocuk çatışması üzerinden örneklendirmeler bu kitaba akıcılık ve okunabilirlik katmıştır. Çünkü okuyan kişiye yaşanan durumlar ile ilgili olarak empati yapma, kafasında canlandırma imkanı tanımıştır. Akıcılığına rağmen iki çocuklu olmayan bir aileye yani tek çocuk sahibi ailelere hiç değinmemiştir. Bu çocuklar nasıl yetiştirilir ve ne gibi sorunlarla karşılaşırlar hiç bahsedilmemiştir. Eleştirilecek olan başka bir konu ise, normal çocuk kavramıdır.  Kitabın örneklerinde  sorunlu, şımarık, nevrozlu çocuklar vardır. Fakat bu problemleri yaşamayan normal çocuk örneği yoktur. Kitabı okumak akıllarda normal çocuk nasıl olur sorusunu akıllara getirmektedir. 

Bu kitabı okuduğumda hissettiğim şey bütün insanların aşağılık kompleksine öyle ya da böyle sahip olduklarıdır.

Erken bir dönemde yazıldığı için transseksüellik ve eşcinsellik salt aşağılık duygusu ile ifade edilmiştir. 

Toplumsallaş(a)mayan insanları sorunlu, aşağılık duygusuna sahip insanlar olarak tanımlamış ve onları sosyal yaşama hazır olmayan bireyler olarak adlandırmıştır. Bunu eleştirebilmek mümkündür çünkü bazen insanlar sosyal yaşama uyum sağlamış ve sonunda kendi benliğine dönmüş olabilir, bu uyumsuzluk değil, bile isteye toplumdan kaçıştır.

Son olarak, yazara göre insan toplumsallaşamaz ve sosyalleşemezse sorunludur.

* ”Saninizm” kavramına temel teşkil eden kitap, Mihail Artsibaşev tarafından ”Sanin” olarak 1907 yılında yayımlanmıştır. 1990’lı yıllara kadar sansüre konu olmuş eser, ensest, toplu seks gibi konuları nihilist bir roman anlayışıyla ifade etmiştir.

Kaynak

Adler, A. (2011). Yaşam Bilgisi. İzmir: İlya Yayınevi


Yorum bırakın